Mekke’nin fethi, İslam tarihinde son derece önemli bir dönüm noktasını teşkil etmektedir. Miladi 1 Ocak 630, Hicri 20 Ramazan 8 yılında gerçekleşen bu fetih ile İslamiyet hızla yayılarak çok kısa bir sürede tüm Arap yarımadasına oradan da bütün dünyaya yayıldı. Mekke kapılarının Müslümanlara açıldığı, tevhit bayrağının Kâbe-i Muazzama’da dalgalandığı bir hadise olan Mekke’nin fethini Mustafa İslamoğlu ile konuştuk.
Mekke’nin fethi, İslam tarihi açısından neden bu kadar önemlidir ve Mekke’nin fethi ile ne olmuş, neler değişmiştir?
Mekke’nin fethinin önemini konuşmak için öncelikle Mekke’nin önemini anlamak gerekir. Mekke, Ümmü’l-Kur’a yani kentlerin, şehirlerin anası; Mekke, gözyaşı vadisi;
Mekke, yeryüzünde Allah’a ibadet edilen ilk mabedin kurulduğu yer; Mekke, Beytü’l-Akik, insanlığın kadim mekkesi; Mekke, Beytullahi’l-Haram yani Allah’ın ve mahlukatın hürmetinin sembolik olarak tezahür ettiği yer… Onun için sözlü geleneğimizde Mekke yeryüzünün göbeği olarak nitelenir. Mekke insanlığın ilk misafirhanesidir. Onun için insanlık hacca çağrılır. Beyti hac etmek Allah’ın insanlık üzerindeki bir hakkıdır buyuruyor ayet. Onun için hacca giden, Mekke’ye giden gurbete gitmez sılaya gider.
Çünkü Mekke insanlığın ana ocağı, ata ocağı, ana kucağıdır. Onun için açılışın yapıldığı yerde kapanış yapılmıştır. Nübüvvet kitabı orada açılmış ve Nebilerin Hatemi ise orada mührü vurmuştur bu kitaba. Son sözü de önsözü de orada yazılmıştır. Diğer bölümleri dünyanın farklı yerlerinde yazılmış olabilir bu kitabın, ama önsözünün ve son sözünün orada yazılmış olması önemlidir, mühimdir. Bu, Mekke’nin konumunun bildiğimizin de ötesinde olduğunu gösterir ve Hatemü’l-Enbiya’nın Mekke’den çıkışının asla bir tesadüf olmadığı, çok özel bir seçim olduğunun, Mustafa’nın Mustafa oluşunun çok özel bir seçim olduğunun ifadesidir.
Bunları kısaca hatırlattıktan sonra Mekke’nin fethinin ne demeye geldiğini sanırım daha iyi anlarız. Mekke’nin fethi şehrin imanı vermesidir. Yitiğin bulunmasıdır.
Hasretin bitmesidir. Aslında insanların şehrin imanına zorla işkence ettikleri bir gecenin ardından tekrar sabahın yani iman sabahının gelmesidir. İman güneşinin doğmasıdır. Mekke’nin fethi bize “Her şey aslına rücu eder” gerçeğini öğreten bir hakikattir. Mekke’nin fethi bize küfrün geçici, imanın kalıcı, küfrün arızi, imanın daimi olduğunu gösterir. Dolayısıyla bir yer, bir mekân eğer imana aitse, orada küfür ne kadar olursa, ne olursa olsun bir gün gelir bir yiğit çıkar orayı asli kimliğine dönüştürür mesajını verir Mekke’nin fethi.
Hocam, Mekke’nin fethini hazırlayan sâikler nelerdir?
Efendimiz (s.a.v.) Mekke’den çıkarılırken yaşlı gözlerle Mekke’ye dönmüş “Ey şehir, senden çıkarılmasaydım vallahi seni asla terk etmezdim” demişti. Zayıf bir rivayet vardır, o rivayette şöyle bir cümlesi geçer Efendimizin: “Bir gün döneceğim ey Mekke.”
Demek ki Efendimiz, sadece yüreğindeki arzuyu değil belki de insanlığın tabii olduğu sünneti dile getiriyordu. Ne idi o sünnet: Terk etmeden kavuşamazsın, bırakmadan bulamazsın, ayrılmadan vuslata eremezsin. Onun için bir tür Mekke’den hicret, Mekke’nin fethinin habercisi aslında. Hicreti olmayan bir fetih olmaz.
Mekke’nin fethi hiç de kolay olmadı… Çünkü Mekke’yi bölgenin aristokratları küfrü tahkim edildiği bir istihkâm haline getirmişlerdi. Kâbe’nin içine 360 put koymuşlardı. Allah Resulü’ne bir de seninkini koyalım diyorlardı. Mekke, Kâbe’nin ekmeğini yiyordu. Baharat yolunun tam ortasında yazın kuzeye, kışın güneye sefer yapılıyordu. Akdeniz’le Kızıldeniz üzerinden okyanus arasında bütün ticaretin ballı ekmeğini yiyorlardı. Dağında ot bitmez, ormanı yok, ırmağı yok, yeşilliği yok, gölü yok, yok, yok, yok… Böyle bir yer… Kâbe’nin Rabbi’nin ekmeğini yiyip Kâbe’nin Rabbi’nin sofrasına bıçak sokuyorlar. Kâbe’nin Rabbi’nin tabağından yemek yiyorlar, o tabağı kirletiyorlar. İşte Mekke aristokrasisinin durumu bu.
Mekkeliler, Ebrehe, Kâbe’ye saldırdığında Allah’ın onu koruduğunu gördüler. O hadiseden sonra Mekkeliler kendilerini Allah’ın haremi ilan ettiler. Yani Allah’ın muhterem kıldığı topluluk. Ancak, Hz. Muhammed (s.a.v.) gelince ilk karşı çıkan da kendileridir. Mekke’nin fethini anlamak için bu arka planı çok iyi bilmek lazım.
Bir de Mekke’nin fethinin hemen öncesinde imzalanmış bir Hudeybiye anlaşması var. Ve bu anlaşmanın hemen akabinde inmiş Fetih Suresi var. Bu Mekke’nin fethinin müjdecisi miydi?
Hicretin 6. yılında Hudeybiye’de Allah Resulü (s.a.v.) Süheyl bin Amr ile oturdu bir antlaşma yaptı. Dört maddelik bir antlaşma bu. Dört maddenin dördü de Müslümanların aleyhine. İlk bakışta öyle görünüyordu. Bu antlaşma zahirde sanki aleyhte gibi görünüyordu. Hakikati Allah ve Resulü biliyordu. Dolayısıyla Efendimiz bu anlaşmanın arkasından inen sureyi yüzünden ay doğar gibi karşıladı. Kur’an’da Fetih ismiyle bir tek sure vardır, o da işte bu ayetlerdir.
Hudeybiye’nin arkasından 19 yılda İslam’a giren insan sayısı kadar insan o antlaşmanın ardından 6 ayda geldi. İşte fetih buymuş. Fetih kalplerin açılışı, fetih yürek fethiymiş, gönül fethiymiş. Efendimiz bunun arkasından ilk projesini Hayber üzerine yaptı. Hayber’i kuşattı ve aldı. Hayber düşmese Mekke fetholmazdı. Hayber, Mekke’nin kapısıdır.
Hayber’in fethinden sonra Efendimiz ordusunu hazırladı. Mekke’ye binlerce kişilik bir ordu komutanı olarak giriyordu Hz. Peygamber. Çok değil 8 yıl önce Mekke’den kovularak, gözyaşı içinde çıkarılmış ve öz yurdunda bir ayaklık yer bırakılmamış olan Zat (s.a.v.) Mekke’ye muzaffer bir komutan ve nebi olarak dönüyordu.
Mekke’ye girerken nebevi şefkatin nasıl bir şey olduğunu gösteren hadiseler yaşanıyor. Yolda yeni yavru yapmış bir köpek görüyor Efendimiz. Hemen iki kişiyi ordudan ayırıyor. “Bu köpeğin başında bekleyeceksiniz, ordunun son neferi de geçinceye kadar bu köpeğe zarar verilmesini önleyeceksiniz” diyor. Yeni doğum yapmış köpeğe gösterilen şefkate, merhamete bakın.
Efendimiz’in Mekke’ye girdiği esnadaki tavrı da gerçekten muhteşem. Efendimiz’in muzaffer bir kumandan olarak Mekke’ye girerkenki tavrından, mahviyet ve tevazuundan bahsetmek gerekirse neler söyleyebiliriz?
Efendimiz, Mekke’ye girerken mübarek sakalları devesinin sorgucuna değecek kadar tevazusundan eğilmiş. Mekke’ye girerken Efendimiz’in dudakları kıpır kıpır şu ayetleri okuyor: “Allahın nusreti ve fethi geldiğinde insanların Allah’ın dinine fevç fevç, kitle halinde girdiğini gördüğünde Rabbi’nin adını hamd ile an.” Yani “Bu benim değildir ya Rabbi, bu senindir de, ondan af dile” buyuruyor ayette Rabbimiz. Niye ondan mağfiret dileyecek? Fethetmek suç mu? Hayır, Efendimiz orada “Ya Rabbi, zaferin bile şerrinden sana sığınırım, zaferin bile ayartmasından sana sığınırım” diyor.
Efendimiz, ufak tefek mevzi ve lokal çarpışmalar dışında ciddi çarpışmalar olmadan Mekke’ye girdi. Kâbe’nin avlusunda Efendimiz’e kan kusturan, Müslümanları yerlerinden yurtlarından eden, İslam’a can düşmanı olmuş, Kur’an’la savaşmak için ömürlerini harcamış insanlar, Kâbe’nin avlusunda toplandılar. Efendimiz geldi, Kâbe’nin önüne yüksekçe bir taşın üstüne çıktı, titreyen Mekkelilere dönerek “Ey Mekkeliler şimdi size ne yapacağımı zannediyorsunuz” dedi. Onlar “Sen kerim, affedici bir kardeşsin affedici bir kardeşin oğlusun, affedici bir evlatsın” dediler. Efendimiz orada “Ben size bugün Yusuf’un kardeşlerine dediğini diyorum: Bugün size kınama yoktur. Hadi gidin sizi salıverdim” deyince adamlar kulaklarına inanamadılar.
Orada bir şefkat devrimi yapıldı, bir merhamet hareketi. Fetih aslında buydu, gönüllerin İslam’a açılmasıydı.
Efendimiz, Mekke’deki en azılı düşmanlarından bir tanesi olan Ümeyye bin Halef’in oğlu Saffan bin Ümeyye’yi çağırarak 300 tane asker donatacak para vermesini istedi. Safvan bu parayı ne olarak istediğini sorunca Efendimiz borç olarak istediğini söyledi. Safvan da Müslüman olup olmamak için üç ay mühlet istedi. Efendimiz de ona bu mühleti verdi. Safvan, Huneyn Savaşı’na katılmıştı ama aklı fikri ganimetlerdeydi. Savaşın sonunda Safvan, dağlar gibi yığılmış ganimet mallarının önünde durmuş hayran hayran bakıyordu. Efendimiz onun bu halini görünce “Çok mu hoşuna gitti?” diye sordu. Safvan “İnsanın içi mi dayanır buna?” deyince Efendimiz “O gördüklerinin hepsi senin olsun” dedi. Safvan, afalladı, önce inanmak istemedi, şaşırdı, kekeledi, duraksadı, rengi attı. Kendine geldiğinde “Bu cömertliği ancak bir peygamber yapabilir” diyerek yüreği de İslam’ın oldu, malı da İslam’ın oldu her şeyi İslam’ın oldu…
Fetih sırasında, sadece fetih sırasında değil Beni Kureyza maktullerini dışarıda tutmak şartıyla Asr-ı Saadet inkılabı boyunca iki taraftan verilen kayıpların toplamı 200 civarında. Yeryüzünde böyle bir inkılabın bu kadar az bir kayıpla yapıldığının bir örneği yoktur.